İnsanın en büyük düşmanı çoğu zaman dışarıda değil, kendi içindedir. Bu düşmanlar; kibir, açgözlülük, kıskançlık ve öfke gibi duygulardır. Bu dört zehir, özellikle siyaset ve yönetim dünyasında en belirgin hâlini alır. Zira makam, koltuk ve otorite; insan karakterinin aynasını en çıplak biçimde yansıtır.
Ne yazık ki bazı siyasetçilerde ve yöneticilerde, koltuk sevgisi denilen gizli bir tutku, zamanla akıl, vicdan ve adaletin önüne geçer. Makamını kaybetme korkusu, yahut henüz ulaşamadığı bir mevkiye sahip olma hırsı, kişiyi her yolu mubah gören bir anlayışa sürükler. Kimi elindeki makamı korumak, kimi ise bir makamı ele geçirmek uğruna; dostluğu, ilkeleri ve hatta inandığı değerleri bile pazarlığa açar. Bu tür makam sevdalıları için yöntem değil, sonuç önemlidir. Onlar için “nasıl” sorusu yoktur; yeter ki “olmuş” denilsin. Oysa bu anlayış, siyasetin değil, kişisel ihtirasın en tehlikeli hâlidir.
Siyaset sahnesinde sıkça karşılaşılan bir başka maraz da “güç zehirlenmesi” hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan kişi, gücü kendinden menkul sanır. Toplumun desteğini ilahî bir yetki zanneder, eleştiriyi düşmanlık; farklı fikri ise tehdit olarak görür. Böylece yönettiği insanlardan kopar, etrafını dalkavuklarla doldurur. Bu zehir, makamla birlikte gelen en sinsi virüstür. Tedavisi neredeyse imkânsızdır; zira kişi hastalığını hâlâ “başarı” zannetmektedir.
Bazıları için koltuk bir emanet değil, bir mülk gibidir. Oysa hiçbir makam, hiçbir yetki, sahibine ömürlük tahsis edilmemiştir. Makam da geçicidir, güç de fanidir. Baki olan, adaletle ve insafla anılmaktır. Koltukta oturmakla büyünmez; adaletle hükmetmekle yücelinir.
Bu eleştirinin dışında, elbette görevini hakkaniyet, vicdan ve dürüstlükle sürdüren siyasetçiler de vardır. Onlar makamı emanet, halkı ise emanetçi olarak görür. Onlar için koltuk bir amaç değil, bir sorumluluk vesilesidir. Güce değil, hakikate yaslanırlar. Bu yüzden koltuklarını kaybetseler de milletin gönlünde kalıcı olurlar.
Sonuç olarak, siyasetin en sarsılmaz düşmanı dışarıdan değil, içeriden gelir. Kibirle baş edemeyen, öfkesine hâkim olamayan, açgözlülüğüne yenilen veya makam hırsına teslim olan her siyasetçi, kaybetmeye mahkûmdur. Gerçek liderlik, koltuğu korumakla değil; vicdanı diri, kalbi adil tutmakla mümkündür.
Saygılarımla...
Admin



















