Her insanoğlu dünyada cürmü kadar yer yakıyor. Hele hele bazı şeylerden mahrum olarak doğar, büyür, gelişir ve yaşlanırsa ilk işi eğer nefsi ile mücadele etmeyi becerememişse mahrum kaldığı şeyleri elde eder etmez etrafındakileri yakıp yıkamaya başlamasıdır. Bu tiplerin hareketlerini iyice incelediğinizde büyük bir öfke ve kin içinde olduklarını görürsünüz.
Sorun sadece bu tiplerin varlığı değildir. Bu tipleri körükleyen, azdıran ve haksız olduğunu bildiği halde zulmüne ses çıkartmayanların varlığıdır da. Bunlar küçük bir güruh olabildiği gibi büyük kitlelerde olabilirler. Ama çok olmaları onların haklı olduğunu göstermez.
Şimdi asıl mesele şu ki; bunların karşısında zulmettikleri kişi ve kişiler için başka kişi, kişiler ve guruplar adalet aramaya çalışırlar. Ancak adalet savaşçılarının büyük bir sorunu vardır. Bunlar genelde belli bir güce ulaşınca adalet ararlar. O zulme uğrayan kişi tek başına adaleti haykırdığında yanında olmazlar. Cesaretleri yoktur desteklemeye. Bahaneleri ise güçsüz olmalarıdır. Ama o zulme uğrayana tek kişi bile destek olmak istemez. İşte paradoksta buradadır. Güç ellerine geçince diğer zalimleri perişan etmeye başlarlar. Hemde aynı nefret ve kinle. Hatta yaşamadıklarının bile hesabını sorarlar.
Elbette güçlünün adaleti güzeldir, ancak güçsüzün adaleti daha güzeldir. Güçsüz bile olsa O hep adalet peşindedir. Başka bir planı yoktur, riyasızdır ve bir tek Allah’ı vardır.